24 Ekim 2010 Pazar

11 mi, 1 mi?

Kasımpaşa maçından sonra sormuştum: "ee, rakip güçsüzdü, ne değişti ki?" Kabul ediyorum ki çok feci yanılmışım! :) Gerek Gençlerbirliği, gerek Konya maçlarında (her ne kadar rakipler yine güçsüz olsa da) takımın resmen kimyası değişmiş, o özlenen beklenen futboldan esintileri iyiden iyiye sunmaya başlamıştı. Özellikle Konya maçı, (Ziya Doğan'ın kemik sesi çıkarttıran futbol anlayışının dışında) eminim ki birçok Fenerbahçeli'nin yıllarca izlemek istediği maçtı. Hayır, maçın öneminden falan değil, oynanan o akıcı futbol, şiirsel paslaşmalar, güzel goller.... Bir Fenerbahçeli şampiyonlukla birlikte başka ne isteyebilir ki zaten?!

Yukarıda yazdıklarım, aynı zamanda Fenerbahçe'nin derbide favori gösterilmesinin sebebi, herkesin malumu. Şimdi çok bayat muhabbet olacak ama, doğruya doğru: Bir tarafta Niang var, Dia var, Stoch var (düşün daha Alex'i saymadım!) diğer tarafta Baros yok, Kewell yok, Arda yok ve oynayacak oyuncuların ne yapabilecekleri de muamma. Bir taraf mayıs ayından beri üstüste yediği yumruklardan son 1 ayda kurtulup toparlanabilmişken, diğer taraf gittikçe dibe batmış ve farklı yenilmezlerse şu anki noktaları görüp görecekleri en dip yer de olabilir.

Hayır, amacım yazıyı "tarihi fark olur"a getirmek değil, zaten öyle birşey olacağını da sanmıyorum. Fakat bazılarının dediği gibi "2000'de Johnson'ın attığı golün rövanşı" falan da olmayacak. Zira 2 camia arasındaki en önemli zihniyet farklarından biri de derbilere bakış açısıdır. Tamam, her 2 camia da kötü giderken "dur" demek için derbileri bekler. Lakin esas fark, iyi gidilirken oynanan derbilerde oluyor. Fenerbahçe için en önemli şey, her zaman kendinden bahsettirmektir. Bunun için sürekli önde olmalıdır ve öne geçmenin en kolay yolu da derbi maçlarıdır. Aşırı narsistçe gelebilir fakat camianın genlerinde vardır bu. Galatasaray'da ise işler "Mekteb-i Sultani" mantığıyla ilerliyor, yani derbi galibiyetlerine sevinmek çok doğal da olsa kazanmayı arzulamak Fenerbahçe tarafındaki gibi "olmazsa olmaz" boyutuna varmıyor takım iyi giderken. Zira bu prensibe göre Fenerbahçe maçında da diğer maçlardaki gibi 3 puan veriliyor kazanana ve derbiyi kaybetseler bile diğer maçları aldıkları takdirde zafere ulaşacaklarını biliyorlar. (Örn: 3 hafta önce evire çevire yendiğimiz bir takıma şampiyonluğu kaptırmamız, 2006)

Yanisi şu: Fenerbahçe'nin, hele hele kendilerini camiaya ispatlamak ve bu derbi sayesinde aidiyetin dibine vurmak isteyen Stoch-Niang-Dia 3'lüsünün bu maçı öyle kolay kolay bırakacağını sanmıyorum. Kabulümdür, iş orta sahada bitiyor ve malesef Emre-Topuz 2'lisi böyle bir maç için çok yumuşak kalabilirken öte yandan Cristian'ın oynama ihtimali bile Selçuk'u özlememe yetiyor da artıyor bile. Fakat Fenerbahçe'nin ilk 30 dakikada bulacağı 1 gol, maçı kopartmasına yeter de artar bile. Hele hele 1. gol ilk 15 dakikada gelirse, işte o zaman iş çok farklı mecralara gidebilir. Tabi daha güç durumdaki Galatasaray için ise oyuncuların yüksek hırsı ve her ne kadar yeni geldiği için yeterli analiz yapamamış olsa da Hagi'nin (veyahut Tugay'ın, kim takımın başında çıkarsa işte) taktik anlamda yapabileceği sürprizler gerekli olacak.

Hadi alakalı alakasız herkes derbi için mesaj veriyor, ben de vereyim: Belki hayatımda ilk kez "kazanalım yeter"den başka birşey istiyorum bir FB-GS derbisinde. Stoch-Niang-Dia 3'lüsü ilk 11'de başlasın, onları şöyle bir doya doya izleyelim: Dia'nın süratini, Stoch'un çalımlarını, Niang'ın yırtıcılığını. İzlemek istiyorum, zira yıllardır Alex'in 2 pasına bağımlı Fenerbahçe'nin Kadıköy'de bile yan pas yapa yapa yarım saate bir atağa çıktığı maçlardan gına geldi! Ha, tabi ki de kazanmak isterim, lakin kontralarla kazanılmış 6-0'dansa eze eze kazanılmış 4-0'ı tercih eden biri olarak güzel oyun da beklerim.

Artık Fenerbahçe seriyi "11"e mi çıkartır, yoksa Galatasaray seriyi bitirecek "1" galibiyet mi alır, orasını bilmem de içime doğuyor, yine alakasız bir futbolcu gol atacak! :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...